31 Temmuz 2019 Çarşamba

Canına Tak Eden Kadınlar Kitabına Kültürel Bir İnceleme




Sibel Hürtaş’ın kaleme aldığı ‘Canına Tak Edenler’ kitabı 2014 yılında İletişim Yayınlarında çıkarak okuyucuyu ile buluşmuş bir eser. Yazar, teşekkür kısmıyla kitabına başlıyor ve yola birlikte çıktığı, kadınlar ile yaptıkları sohbetler sırasında yeni kapılar açan Özlem Albayrak ve Alp Ardıç’a teşekkür ediyor ve birçok kişiye daha tabii ki ben ortak çalıştığı iki ismi belirtmek istedim.

Kitabın içeriğinde 8 kadının hikâyesi yer alıyor. Kitabın bir araştırma ya da röportaj kitabı şeklinde çıkmamasını yazar, öne çıkarılacak çok ayrıntının olduğunu ifade ederek betimlemeye değer nitelik taşıdığını belirtmiş. İlk okumaya başladığımda ben de soru cevap bekledim kitaptan ama öyle değildi. Hikâyeleri okurken sanki gökyüzünde bir pencerenin önünde oturmuş olan biteni izliyormuş gibi hissettiriyor. O yüzden hikâye şeklinde yazılmış olması bence duygu aktarımına katkı sağlamış.

Kitapta yer alan kadınların ortak yanı; şiddet, tecavüz, değersiz görülme. Gazetelerin 3.sayfa haberlerinde karşılaştığımız, ana haber bültenlerine konu olan cinayet haberleri. A kişisi kocası B kişisini öldürdü, okuduğumuzda, izlediğimizde üzerinde çok da durmadan önemsemeden vah vah deyip geçtiğimiz o kadınlar var bu kitapta. Birini öldürmek elbette bir canlıya zarar vermiş olmak büyük bir sarsıntı. Bir kişi cezaevinde bir mahkûm ise suçludur, yapmıştır bir kötülük o yüzden içeridedir. Toplum olarak da iyi gözle bakmayız. Bu insanlar cezasını bitirip yaşama dönmüş olsa da hep bir acaba olur kafalarda içeride yatmış birisi güven olmaz ön yargısı. Nedeni, niçini bizim için koca bir hiçtir. Ne yaşadığı ne gibi travmalarla boğuştuğu ile de ilgilenmeyiz. Kitapta kadınların kocalarını öldürme hikâyeleri olduğu için yumuşatmış gibi görünmek de istemiyorum bunları söylerken. Cinsiyetçilik ile ilgili bir durum değil asla tamamen dışarıdan insanı yönle bakmaya, görmeye çalışmak ile ilgili. Kitabı okurken içten içe oh olsun dediklerim olmadı mı ne yalan söyleyeyim oldu. Hak etmişti ama dediğim kocanın karısı, hâkim karşısına çıktığında kendini savunacak hiçbir cümle kurmadığını okuduğumda anladım yukarıdan izleyip yorum yapmak ile yaşamak birbirine çok uzak. Belki bu kitap sayesinde onları hiç tanımayan insanlar biraz da olsa, çok azıcık hallerinden anlasa aynı duruma düşecek başka bir kadına el uzatır. Ses olmak bile yetmez mi?

Özellikle dikkatimi çeken bu kadınların pişman olmadıklarını söylemeleri oldu. Her yolu deneyen bu kadınlar ailelerine sığınan, polise başvuran bir umut kurtulmak için çabalayan bu kadınlar pişman değiliz demişler. Belki de biz çok uğraştık yardım elini bize çok gördünüz demek istiyorlar. İşledikleri cinayetler her gece rüyalarına giriyor olmasına rağmen pişmanlık hissetmeyen kadınlar, ne kadar kanamışlar gerçekten nasıl canlarına tak demiş anlıyorum.
Yaşadıkları cinsel şiddeti gizleyip, yaşadıkları kaba kuvvetten şikâyet edip boşanmak isteklerini söyleyen kadınlara baba evlerinin kapısı duvar olmuş. Babalarının bu evden gelinlikle çıkan kefenle geri döner demesi, annelerinin emzirdiğim süt haram olsun bedduaları ile tıpış tıpış şiddet gördüğü koca evine dönmek zorunda kalmışlar. Kültürel klişeler burada yüzünü gösteriyor. Evlenirken hiçbir şekilde fikri alınmayan kadın boşanmak istediğinde düşman görülüyor hem de kendi canından olan en yakınları tarafından. Çok değil bundan bir 10 yıl önceye kadar bu söylemler aileler için varlığını sürdürüyordu. Eminim ki hala kırsalda sürdürmeye devam ediliyor. Evlendirdiği kızı boşanıp ya da kavga edip baba evine dönerse bu utançtır, ayıptır. El âlem ne der, milletin ağzına sakız olacağız endişeleri başkası için yaşamların sonucu kendi hayatını hiç etmektir. Kültürler ne kadar gelişim gösterirse göstersin bu el âlem ne der kalıbından kurtulamamakta. Şekil değiştirebilir ama varlığı sürmekte. Toplumlar evliliği, üremek neslini devam ettirmek olarak gördüğü için çocuğuna değer verme ona söz hakkı tanıma konusunda yetersiz kalmışlar. Evlenirsin çocuğun olur kızın olursa genç yaşta hatta çocuk yaşta evlendirirsin, oğlan olursa askere gidip gelir hemen evlendirirsin oğlan bir çocuk verene dek tepesinden ayrılmazsın çünkü neslini devam ettirecektir ve buna onların ihtiyacı vardır. Toplum da buna odaklı yaşamaktadır. Sadece kız çocuklarına değil oğlan çocuklarına da sormadan beşik kertmesi yaparak bununla evleneceksin diyerek iktidar uygulamıştır aileler. Evlilik çıkmazında ezilenler sadece kız çocuklar ve kadınlar da değil yani. Anne- baba olmak bu mudur aile kavramı bu mudur? Toplumun yapı taşı dediğimiz kurum böyle tahammül edilmesi zor kavramlarla mı doludur? Maalesef öyle hala öyle görenler yaşamaya devam ediyor. Bir erkeğin karısına ben sana babandan çok baktım dediğini duymuştum. Demek ki evlendirildiğinde o kadar küçükmüş ki eşiyle baba evinde yaşadığı süreden daha fazla zaman geçirmiş. Babasından daha fazla bakmış kocası. Kız çocuğunu kocası baksın diye dünyaya getirmekten başka hiç mi amacınız yoktu gerçekten diye sormak istiyorum o ailelere. Eskiden öyleydi denir, bizim zamanımızda öyleydi. Ne acı bir kabulleniştir.

Bir de şiddet gördüğünü söylediğinde kızına ben de çok çektim, ne yapalım kaderimiz bu diyen annelerinden bahsetmiş kadınlar. Kadın, kadının kurdu mudur? Anneden kurt olur mu? Kadına bazen en büyük zararı erkek değil kadın veriyor. Yetmiyor bir de bu kadın onu doğuran besleyip büyüten kadın annesi oluyor. Bir erkeğin zararından daha acı annenin zararı. Kaderine razı olmasını, sessiz kalmasını isteyen bir anne ben de yaşadım diyerek aynı şeyleri kızının yaşamasına razı gelen anne. Anne midir gerçekten sorusuna objektif verebileceğim bir cevap yok ne yazık ki! Peki ya devletin koruma gücünü elinde taşıyan polisler. Son zamanlarda hukuki olarak eşlerin ilişkilerini iyileştirmeye yönelik yapılan çalışmalar var. Kadına yönelik şiddete karşı korumacı bir politikaya geçildi. Gerçekten isteyerek korumaya çalışılıyor mu? Kadınlar defalarca kere polise başvurduklarını barışırsınız ya da barışıyorsunuz sonradan biz kötü oluyoruz diye baştan savma cevaplar ile evlerine gönderilmiş. Evde bir dayakta bu sebepten yemişler. Mahkemeye çıkabilen bir kadın bu kez de mahkemede barışırsınız denilerek ile eve yollanmış. Kaç kere intiharı denemişler. Canından vazgeçecek kadar nasıl bir hayat yaşadıklarını anlamak çok güç bence sözcükler yetersiz kalıyor.

Kitaptaki 8 öyküde cinayet biçimleri, yaşadıkları hayat farklı olsa da hepsinin yaşadığı ortak sorun şiddet ve türleri. Sözlü şiddete maruz kalmalarının yanında fiziki şiddete maruz kalıp sessiz bir köşede yaşamak zorunda kalmaları. Hepsini okurken dişimi sıktım ama özellikle iki hikâye beni derinden sarstı. Birisi beşik kertmesi ile olan kuzeni ile evlenmek istemediği için utanç kaynağı olarak görülen kız çocuğunun zorla Ankara’da yaşayan biri ile evlenmek üzere evden gönderilmesini anlatıyordu. Diğeri de avlu onu uzun uzun anlatmak istiyorum çünkü ülkenin gündemine oturmuş haberlerde yer almış bir olay. Ankara’ya kendinden yaşça çok büyük biriyle nikâh kıyacak diye gönderilen kız çocuğuna hiçbir zaman nikâh kıyılmamış ve kocasını öldürene kadar sürekli tecavüze maruz kalmış. Kocasının eve sürekli birini getirmesi ile. Sonuç eşini öldürme suçundan mahkemede hâkim karışışında çıktığında onu arkada izleyen 4 çocuğundan sadece birinci çocuğunun kocasından olduğunu biliyor olması. Babası için kızının zorla beşik kertmesi ile evlenmemesi kocasının onu başka birilerine pazarlamasından daha büyük utanç kaynağıymış meğerse. Maalesef bu da toplumun ikiyüzlülüğünün bir örneği köydekiler, mahalledekiler benim evimdeyken ne olduğu hakkında konuşmasın ama koca evinde ne olduğu hiç önemli değil acı ama böyle acı bakış açısına sahip insanlar var coğrafyamızda.

Bir evin avlusunda geçen iki kadının öyküsüne geçmek istiyorum. 2008 yılında ülkenin gündemine cani eltiler olarak geçen iki kadının yaşam öyküsü. Bu olayın haberini yazıyor olsaydım cani eltiler diye başlık atar mıydım ya da bu olaya atılacak ne gibi bir başlığı uygun görürdüm şu an kestiremiyorum ama bir habercinin hiç düşünmeden cani eltiler başlığı attığı ortada. Canilik mi belki evet iki kadının neden cani olduğu altında yatan nedenleri bilmeden başlıklar atmak bizim için çok kolaymış. Bu haber ile bunu da sorgulama fırsatı buldum. İki gelin kayınvalide ile sürekli avluda yaşam savaşı veriyor, yaşam savaşı diyorum çünkü sürekli kayınvalidenin şiddetine maruz kalıyorlar her fırsatta gelinlerini döven, sözleriyle yaşamı onları zindan eden de bir kadın. Sabıkalı kocalar annelerine asla laf etmiyor. Küçük gelin Iğdır’dan para karşılığı Afyon'a getiriliyor yine daha çocuk yaşta. Zaten tüm hikâyelerde çocuk gelinler. Genelde başlık parasını doğu illerimizde kadınların sorunu olarak görürüz oysa Afyon gayet Ege Bölgemizde yer alan bir ilimiz. Para ile satın alınan gelinin resmi nikâhı bile yok. Yine bir kavga sırasında kayın valisinden dayak yiyen büyük gelin artık nasıl bir patlama yaşamışsa kayın validesini öldürüyor, o sırada eve gelen eşini ardından eve gelen kayınpeder de öldürülüyor. Zincirleme bir cinayet. Önce evden kaçıyorlar sonra polise teslim oluyorlar. Polisler başta siz birini öldüremezsiniz diyor inanmıyorlar. Düşünebiliyor musunuz iki kadının cinayet işlediğine inanamıyorlar. Nasıl bir ruh halinde olduklarını, neler yaşadıklarını bir bölümlük hikâye ile anlayamayız fakat bu kadarı bile cani etiketi koymanın yanlış olduğunu gösteriyor. Haberlerde yer alan kadın cinayeti haberlerine kim bilir kadın ne yaptı gibi yorumlar yapıldığına şahit oldum. Sizce cani eltiler haberini okuyan kaç kişi acaba bu eltiler ne yaptılar sorusunu sormuş mudur? Sanmam…

Hayatımızda yer alan kültürel davranışlarımızın acı yüzleri bunlarla sınırlı değil. Çok güzel bir kültürel mirasımız var, çok çeşitli kültürleri barındıran kültürel çeşitliliği olan bir ülkeyiz. Mirasımızı gelecek nesiller sürdürsün de istiyoruz fakat olumlu yönleri kadar olumsuz davranış kalıplarını da barındırıyoruz. Gelecek nesillere kültürümüzün güzel yanlarını aktarsak keşke çünkü bu ülke yüksek değere sahip bir kültürle anılmayı hak ediyor. El âlem ne der diye kaygı duyulacaksa biraz da bunlara duyulsun!


0 yorum:

Yorum Gönder